Hepimizin Kastamonu’ya Gönül Borcu Var… Harabeden kurtarılan şaheserler…

Abone Ol

Kastamonu İnebolu yolunda camili köyü geçince Ecevit hanına varmadan önceki düzlükten sola bir yol ayrılır. Yazı kışı hele de sonbahar manzarası bir harikadır. Bu yol Çatak üzerinden Küre’ye kadar iner. Bu yol üstünde zaman zaman kızak yarışlarının yapıldığı ve eko turizm evlerinin de olduğu bir köyümüz var. Özellikle benim ve tüm fotoğrafçıların sonbaharda gözdesi olan bu köyümüzün adı Belören.

Yıl 1969, 

Bu köyde yaşayan Akif Sürücü ve ailesi göç için İstanbul’un yolunu tutar. Akif Beyin 3 çocuğundan biri olan Erdoğan Sürücü o günlerde 7 yaşındadır ve şöyle anlatır o günleri.

“3 çocuklu bir ailenin büyük oğlu olarak 1962 yılında Küre Belören Köyü’nde dünyaya geldim. Babam bizim cahil kalmamamız düşüncesiyle İstanbul’a göç etme kararı aldı.7 yaşındaydım İstanbul’a geldiğimde.”

Doğduğu köyüne veda ederken bambaşka bir hayat, büyük bir şehir onu beklemektedir.

Aradan yıllar geçer Erdoğan Sürücü büyükşehrin çarkları arasında kaybolmamış, 20 yaşında iş hayatına atılıp 5 yıl sonrasında da kendi işini kurmuştur. Başarılı bir iş adamı olarak Kastamonu ile ilgili birçok sosyal ve ticari kuruluşta görev almıştır.

Biz şimdi sözü kendisine bırakalım ve hayat öyküsünü anlattığı İstamonu Gazetesindeki röportajına bir göz atalım. 

Yaptığı işi ve ürünleri sorusuna şöyle cevap veriyor.

“1997 yılında NESA Aydınlatmayı kurduk ve akabinde Osaka Light markasını oluşturduk. İthalatçı firma olmamız sebebiyle dünyadaki tüm gelişmeleri yakından takip ederek birçok yeni ürünü Türkiye ile tanıştırdık. Afrika’ya kadar, dünyanın her yerine ürün satıyoruz.”

Tüm Kastamonu gurbetçileri gibi Akif/Erdoğan Sürücü’de memleketini hiç unutmamış. Her fırsatta doğduğumuz topraklar için ne yapabilirim düşüncesini hiç akıllarından çıkarmamış.

“Kastamonu’da yaşayan birinin oradan kolay kolay kopabileceğine inanmıyorum. Bence Türkiye’nin hatta dünyanın en zengin kenti; Kastamonu. 

Dezavantaj gibi gözükse de sanayinin gelişmemesi tarihi ve doğal atmosferin bozulmamasını sağladı.

Köylerinde günümüzde bile konaklara rast gelebiliyoruz. Denizimiz, ormanımız, ovalarımız yani tabiatın sunduğu tüm güzellikler doğallığını koruyor. 

Kastamonu ve insanı bana huzur veriyor. “

Kastamonu Honsalar Mahallesinde tarihe yolculuk…

Kastamonu Honsalar çok sevdiğim bir mahalledir. Arada bir elimde fotoğraf makinem, ayağımda botlarım gezerim. Nostaljik olarak ne biliyorsanız burada hayatın içinde yaşanır. Bu mahallede betondan uzak kerpiç duvarlarıyla sımsıcak bir duygu aktarır. Mahallede gezerken gözüm bazen bir çeşmeye, bazen bir caminin bahçesinde namaz vaktini bekleyen yaşlı amcalarıma, bazen de, eski bir konağın muşabaklarına takılır.

Merdiven başlarında, oturan ev hanımları, sokaklarda top peşinde koşturan çocuklar, çatılarda unutulmuş kalmış artık sadece kuşlara tünek olan TV antenleri, her evin önünde küçücük bahçelerine özenle ekilmiş sebzeler, duvarın üstünden yola sarkan üç beş erik, elma, kiraz ağaçları.

Pencere önlerinde teneke kutulardaki sardunyalar, küpe çiçekleri, dallı güllü perdeler, rengine boyutuna göre özenle dizilip asılan çamaşırlar.

Hepsi o kadar tanıdık ki.

Gezerken bazen rahmetli annemin sesini duyacakmışım gibi gelir.

Bunları hayran hayran seyrederken taa “Hayran dede” türbesine kadar çıkar ona da bir dua okurum.

Kastamonu ve insanı bana da huzur veriyor. 

Honsalar’da evler vardır yolun iki yanına sıralanmış bir mücevher taneleri gibi. Taş,kerpiç, ahşabın bir araya gelmesiyle yapılmış olsalar da sadece duvar,ev,konak değildir. Bir hayat tarzı, yaşama anlam katan hatıralar bütününü simgeler o ahşap evler.

Bu evlerin her birinin ayrı bir öyküsü olmalı. Anlatılmayan, yazılmayan çoğu de unutulup giden. İşte çatısı çöken  “yıkılma tehlikesi var yaklaşmayın” levhası asılı şu muhteşem yapının bilmediğimiz kim bilir nasıl bir öyküsü vardı. 

Küre Belörenli Akif Bey ve oğlu Erdoğan Honsalar mahallesinde gezerken onlar da aynı duyguları mı hissettiler bilemem ama bana anlatılana göre merhum Akif Bey oğluna der ki;

-Bizim bu topraklara bir gönül borcumuz var.

Babasının sözü üzerine Erdoğan Sürücü kolları sıvar 150 yıllık yıkılmaya yüz tutan bir konağı satın alıp restore ettirir. Her bir noktasını ince ince dokur. Beğenmez yapılanları ve konağın restorasyonunu Yüksek Mimar Dekoratör Fikret Tekiner ve İstanbul’dan getirdiği özel bir ekibe yaptırır. Kastamonu’da bulunan tarihi yapıların aslına uygun restore edilmesinin önemini bildiğinden konakta bulunan 9 odayı da aynen muhafaza ettirip, ekstra eklemeler yaptırmaz.

Erdoğan Sürücü; bunları büyük maddi beklentiler için yapmıyorum der. Babamın da dediği gibi bizim bu şehre gönül borcumuz var. Şimdi babamın ve annemin ismi bu 150 yıllık konakta yaşayacak.

Gönül borcumuzu ödedik mi hayır daha yapacak çok işimiz var. Bu sadece bir parçası, ömrümüz oldukça da sürecek.

Akif Bey konağındaki harabeden kurtarılan ahşap şaheser…

Aslında yıllardır önünden geçtiğim arada bir fotosunu çektiğim bu güzelim konağı hep dışarıdan izlemiştim.Vakit bulmuşken, üstelik de yorulmuşken aralık gördüğüm kapıdan içeri giriverdim.

Beni güler yüzle Tuğba Yılmaz Hanım karşıladı.

Yoruldum dedim, bahçedeki masayı gösterdi, önümde bir demli çay, yanında ev yapımı kek bulup bir de erik ağacının gölgesinde kuş cıvıltıları bulunca tüm yorgunluğumu unuttum bile.

Tuğba hanımla konağın kıdemli kedisi paşanın mırıltıları arasında sohbet etmeye başlamışken oğlu Tolga da bizlere katıldı.

Konak tam bir butik otel ama konuklarına müşteri demiyorlar, onlar bizim misafirimizdir diyorlar. Burada ev ortamında aradıkları huzur mutluluk, lezzet ve sevgiyi sunmaya çalışıyoruz. Mutfağımızda her şeyi biz kendimiz yapıyoruz ya da burada yetişen ürünlerden kullanıyoruz.

Lezzet konusuna sonra döneceğiz diyerek Tolga ile birlikte konağı gezmeye başlıyoruz.

Yaşayan bir konağın kapısından adım attığımda hissettiğim ilk şey burasının canlı bir doku olduğu olur. Dokunduğum her eşyada her objede 150 yıllık bir hikâyenin izlerini bulurum. 

Tavandaki o tahta döşemelerinde bir ormanın esintisini, 

Taşlarında dağların türküsünü,

Gıcırdayan merdivenlerinde gelip geçen kaç neslin ayak seslerini duyarım.

Necip Fazıl Kısakürek üstadın otel odalarını anlattığı şiir gelir aklıma.

Gözümü kapar içimden okurum.

Bir sırrı sürüklüyor, terlikler tıpır tıpır,

İzbe sofalarında, izbe sofalarında.

Atıyor sızıların, çıplak duvarda nabzı,

Çivi yaralarında, çivi yaralarında.

Kulak verin ki, zaman, tahtayı kemiriyor,

Tavan aralarında, tavan aralarında.

Çivi yaralarındaki ustanın sırrını bulmaya çalışırken birden durakalıyorum.150 yıllık konağın salonunda belki onunla yaşıt belki daha eski bir mobilya/vitrin görüyorum.Mobilya demek buna hakaret olur bu resmen bir sanat eseri. Her bir noktası özenle yapılmış, ince ince işlenmiş. Birkaç nesil öncesinde buralarda beraber yaşadığımız farklı inanç ve kültürlerden kalma olmalı. Dokunup hissetmeye,  ustanın elinin izini oymalarda bulmaya çalışıyorum. Nedir, kimdir, nasıldır diye arka arkaya sorular sorarak öğrenmeye çalışıyorum bu sanat eserinin sırrını.

Tolga, bildiği kadarı ile bulunma öyküsünü anlatıyor.Bu yıkılmakta olan bir konaktan alınmış hatta zarar vermeden çıkarmak için çok uğraşılmış. Duvarlar yıkılarak ancak alınabilmiş. Konağa getirildikten sonra da uzun süre üzerinde çalışılmış. 

Hepimizin bu şehre bir gönül borcu var…

Küre Belören köyünden İstanbul’a giden Akif Bey artık bu dünyada değil. Mekânı cennet olsun. Ama geride adını taşıyan bir konak var.

Makbule hanım da artık bu dünyadaki konukluğunu bitirmiş ebedi âleme göç etmiş. Onun da geride adını taşıyan bir mutfağı var. Makbule hanımın mutfağında şimdi Tuğba Yılmaz Hanım var. Bu mutfakta yöresel yemekleri ev yapımı reçel, sos ve el emeği göz nuru her çeşit et ekmeği, reçelleri, kahvaltılıkları, sosları, reçelleri bir lezzet resitali şeklinde misafirlerine sunuyor.


Honsalar da Akif Bey Konağında tarihin koynunda uyumak…

Kastamonu’da bir konak düşünün, kendisi 150 yıllık. Tavanından tabanına kadar yakın tarihimizin yazıldığı bir tarih kitabı sanki.

Odasındaki otantik banyoları, ocakları, penceresinden uzanıp yiyeceğiniz erikleriyle eşsiz bir yer.

Bir de Cihannüma var ki o odada kalanlar çok şanslılar.

Karşınızda Kastamonu kalesi eteklerinde kadim kentin eski sokakları. Kapıdan çıkınca hemen iki adım ötenizde başlayan tarih yolculuğu. Üstünüzde masmavi gökyüzü ve tertemiz hava, bahçede kucağında bir çeki odun taşıyan güzel kadın heykeli, 

Hepimiz bu şehirde yaşıyoruz.

Herkes bu şehre sevdalı olduğunu iddia ediyor.

En güzel sözü merhum Akif Bey;  oğlu Erdoğan’a honsalar mahallesinde söylemiş.

“-Hepimizin bu şehre bir gönül borcu var.” Diyerek.

Çok doğru söylemiş. Ben de birkaç şey ilave etmek isterim bu söze;

Siyasetçiysek yatırım, ödenekle,

Bürokratsak yatırımların yönetimiyle,

Elimiz kalem tutuyorsa yazıyla,

Fotoğrafçıysak objektifimizle,

Hiçbir şey yapamıyorsak bu şehri en azından sevmekle ödememiz gereken bir borçtur bu.

Örneğin Erdoğan Sürücü gönül borcunu bu şehre 9 odalı 150 yıllık bir konağı restore edip turizme kazandırarak bence ödemiş.

Darısı hepimizin başına diyelim.

5 Temmuz 2023/Kastamonu
Cebrail Keleş/Balıkçı Şef


OTEL ODALARI

Bir merhamettir yanan, daracık odaların,

İsli lâmbalarında, isli lâmbalarında.

Gelip geçen her yüzden gizli bir akis kalmış,

Küflü aynalarında, küflü aynalarında.

Atılan elbiseler, boğazlanmış bir adam,

Kırık masalarında, kırık masalarında.

Bir sırrı sürüklüyor, terlikler tıpır tıpır,

İzbe sofalarında, izbe sofalarında.

Atıyor sızıların, çıplak duvarda nabzı,

Çivi yaralarında, çivi yaralarında.

Kulak verin ki, zaman, tahtayı kemiriyor,

Tavan aralarında, tavan aralarında.

Ağlayın, âşinasız, sessiz, can verenlere,

Otel odalarında, otel odalarında!...

Necip Fazıl KISAKÜREK