“football against the enemy” İngiliz gazeteci ve yazar Simon Kuper'in 22-23 yaşlarındayken dünyayı gezip her bölgenin futbol kültürü hakkında derlediklerini yazdığı kitabından.
Dünyanın en popüler sporu nedir?
Elbette futbol. 21. yüzyıl itibarıyla 200'ün üzerinde ülkede 250 milyonu aşkın oyuncu tarafından oynanmakta olup dünyadaki en popüler spor dalının adıdır.
FIFA tarafından Mayıs 2007'de yayınlanan bir rapora göre dünya çapında 270 milyondan fazla kişi futbol oynamaktadır. Yine bu rapora göre dünyada 301 binin üzerinde futbol kulübü, 1,752 milyonun üzerinde futbol takımı, 840 binin üzerinde futbol hakemi ve 113 binin üzerinde profesyonel futbolcu bulunmaktadır.
Futbolun tarihçesi oldukça eskiye dayanır. Her kavim futbol benzeri oyunlar icat etmiş olsa da MÖ 300-200 yıllarında Çin'de ortaya çıkan ve günümüzdeki futbolla benzerlikler taşıyan cuju, oynanış bakımından futbola benzeyen ilk oyun olarak kabul edilmektedir. Kıl ve tüyle doldurulmuş deriden yapılan bir topun, iki bambu kamışıyla sabitlenen 30–40 cm yüksekliğindeki bir kaleye sokulmasını amaçlayan bu oyunda, topa el ve kollar dışındaki her yerle temas etmek mümkündü.
Ülkemizde futbolun tarihi…
Ülkemizde futbolun ilk olarak 19. yüzyılın son çeyreğinde oynanmaya başladığı bilinmektedir. İlk futbol kulübü ise yine İzmir'de İngilizler tarafından kurulmuştur.
1897 yılında İzmir'den gelen karmanın İstanbul karmasıyla karşılaşması, Türk topraklarındaki ilk futbol maçı olarak tarihe not düşülmüştür.
İlk Türk futbol takımı ise Fuad Hüsnü Bey ile Reşat Danyal Bey tarafından devrin hafiyelerinden kaçabilmek adına İngilizce isimle kurulan 'Black Stocking' olmuştur. Bu takımın Rumlarla Papazın çayırında 1901'de oynadığı maç ise bir Türk takımının ilk futbol maçı olarak kayıtlara geçmiştir.
Kastamonu’da futbol…
Kastamonuspor, 18 Mart 1950 tarihinde yeşil-siyah renkleriyle kurulmuştur. O dönem şartlarında Kastamonuspor’un amatör kümede yer almasını sağlayan kurucular; Sabahattin Çelengil, Hasan Çırakoğlu, Vecdi İlhan, Kuddusi Akay, Alaaddin Himmetoğlu, Muhtar Yücebıyık, Avni Özbenli ve Fikret Ünal'dır.
Yeni kurulan futbol takımı 1967-1968 sezonu için 2. Lig'de mücadele hakkı için başvurmuş ve bu başvuru da gerekli teminatların ödenmesi ve şartların oluşturulması ile dönemin federasyonu tarafından kabul edilerek takımın profesyonel liglerde mücadele hakkı tanınmıştır.
Günümüzde futbol…
Önce kendimizden başlayalım bildiğimiz üzere her Türk erkeği doğuştan futbolcudur, teknik direktördür, futbol konusunda tam bir otoritedir. Taraftar dediğin adından, yaşadığı şehirden, işinden, her şeyinden zaman gelir vazgeçebilir. Ama asla terk etmeyeceği tek sevdası taraftarı olduğu takımıdır Bu sadece bizim memlekete özgü bir tutku olmayıp her millette üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Ataya, babaya, dedeye, hele anlat bakalım sizler çocukluğunuzda neler yapardınız nasıldı o devirler diye sorsanız alacağınız cevap genelde hep aynı olur.
Bir top peşinde sokaklarda koştuğu zamanlardan başlar anlatmaya,
Mahalle kültüründen, sokaklardan ve o sokak aralarında yaptıkları patlak toplarla yaptıkları maçlardan bahsedeceklerdir.
Benim çocukluğumda da anılar hep aynıydı. Mahallede sadece bir tane meşin bir top vardı, içine turuncu renkli bir iç lastik geçirip ağabeylerimiz bisiklet pompasıyla şişirirdi. Sık sık dikene çalıya tellere çarpıp patlayan top hemen mahallenin ayakkabı tamircisine, bisikletçisine götürülürdü.
O sihirli meşin yuvarlak tamir edile edile sadece yamadan oluşan bir garip yuvarlak olunca ancak sıra bize gelirdi.
Çok ağırdı, yamuktu, hiçbir zaman vurduğun yöne gitmezdi. Kafa atmaya kalkışınca gözün kararırdı. travma yaşatırdı adama. Spor ayakkabı mı o da nedir adını duysak bile kendiyle hiç tanışamamıştık. Kara lastik ne güne duruyordu. Forma desen atlet yeterde artardı bile. Tek sorun eve o haliyle gitmemekti. terden sırılsıklam olunca kurusun diye maç sonu asılırdı dallara.
Evdeki büyüklerin en büyük kâbusuydu senin oğlan top oynuyor yine çayırda diye ihbar gelince gerisini tahmin edersiniz.
Niye spora karşıydı aileler anlamazdık, belki de ayakkabı eskiyor, kıyafetler yırtılıyor, ders çalışmıyor diye endişe ediyorlardı.
Gün geldi bir kimyasal mucizeye tanık olduk. Plastik ucuz toplar icat oldu, her mahallede bakkalın illa ki kapısının üstünde rengârenk asılı olurdu. Hayran hayran bakardık, birine sahip olan çocuk mahalle takımının kaptanı, başkanı, her şeyi olurdu.
Patlayınca atılmazdı kocaman top büzülür küçücük yamrı yumru kalırdı ama yine de iş görürdü. O zamanlar pek farkında olmasak bile varoşlarda, gecekondularda yetişen büyüyen biz çocukların geleceğe dair umuduydu futbol.
Mahallenin çocukları o zamanlar ilk kez siyah beyaz Tv lerden izledikleri dünya kupasının yıldızlarına öykünürlerdi. Kaleciler Alman milli takımının yıldızı “Mayer” ya da İtalyan Dino Zoff olurken, oyuncular karma bir takım sayılabilirdi. Ama en fazla Alman, Rummenigge, Arjantinli Ardiles, Kempes ve İtalyan Paolo Rossi, Brezilyalı Zico olurdu.
Dünyanın bir ucundaki stadyumda futbol oynayan yıldızlar vardı ve bir de onları kendine örnek alan yoksul çocuklar.
Futbol sadece asla futbol değildi, gecekondu çocuklarının asla ulaşamayacakları o yıldızlı hayatlara uzanan bir merdivendi.
Bir tarafsız gözle Boyabat maçı…
Ülkemiz nüfusunun yaklaşık %75 i taraftar olarak bir takımı destekliyormuş. Sanırım ben o % 25 lik azınlık kısımdayım.
Parolası “Vur kır parçala bu maçı al” olan bir spor dalı hiç bana göre değil.
Kurum maçlarını takip ederken futbolu ve futbolcuları daha bir yakından tanımak fırsatı buldum. Yöneticileri, taraftarları ve ilk gözlemim her insan kendini bir yere ait hissetmek istiyor.
Deplasman için iş yerinin önünde takım otobüsümüz futbolcuları beklerken şoförümüz Sabahattin Yılmaz’la konuşuyoruz,
-Bu maçı alacağız diyor,
Malzeme sorumlumuz Ünal baba hallederiz Allahın izniyle diye tasdik ediyor. Yola çıkıyoruz. Kapı komşumuz Boyabat hemen iki adım ötemizde, Taşköprü/Hanönü sonrasında Boyabat.
Uzaktan gördüğümüz kadarıyla Kalesi, kulesi ve deresi var. Yani kardeş şehrimiz sayılabilir.
Şehir dışındaki stadın adı Daylı, bizim Dadaylı Sabahattin’e takılıyorum senin memleketin adını vermişler ama bir “da” eksik yazmışlar diye.
Maç hafta arası olduğundan ve Boyabat’ın şampiyonluk hedefinden uzaklaşması nedeniyle ilgi çok az. Seyirciden fazla güvenlik var.
Maç başlıyor, ne olduğunu anlamadan bizim takım golü kalesinde görünce Boyabat çok sevinse de maç sonunda 2 gol atan bizim takım seviniyor. Maç içerisinde zaman zaman futbolcular aşırı sertlik yapınca tüm ipler kopuyor. Biz millet olarak duygusalız. İyi futboldan, güzel bir oyundan ziyade sonuca odaklıyız.
Sonuç istediğimiz gibi olmayınca anında aşırı tepki vermeye çok meyilliyiz.
…
Hanönü’ndeki tatlı molası
Maç bitmiş, sinirler gevşemiş tatlı bir yorgunluk çökmüşken Boyabat’tan ayrılıyoruz. Boyabat nasıl bir şehir diye düşünüyorum sadece uzaktan kalesini, yeni yapılmış kulesini ve üstünden geçtiğimiz deresini görebildiğimiz bir kent diyebilirim.
Gün batımına doğru üstünde Kastamonu sembollerinin yer aldığı otobüsümüz Hanönü’nde bir çay ve galibiyet tatlısı molası veriyor.
İGM Üyesi Metin Yamalı ile bir bardak çay içiyor, spor gündemini konuşuyoruz.
…
Futbol sadece futbol mu?
Metin Yamalı’ya soruyorum;
-Futbol sadece futbol mudur?
Gülüyor,
-öyle olsaydı sen burada olmazdın diyor.
…
9 Mart 2023 Kastamonu
Cebrail Keleş/Balıkçı Şef