Kastamonulu Karadere/Fırıncıklı Bir Gazinin Anıları
“Diren Şevket”
Kastamonu otogarında bir misafirimi uğurlamaktayım. Otobüsün kalkmasına daha vakit var, hava serin yapacak bir şey yok bari bir çay içelim beklerken diyerek kafeteryaya girdik.
Epey tanış var, kısa selam, bir iki lafla hal hatır sorma, eşe dosta selam derken gazetemden tanıdık bir yüzle karşılaştım.
Yazar İsmail Karabıyıkoğlu.
Oturup bir müddet sohbet ettik, çok kıymetli, yararlı, ufuk açıcı bir istişare oldu. Ayrılırken bana yazdığı Anı/Roman “Diren Şevket” kitabını imzalayıp verdi.
Aynı günün akşamında kitabı elime aldım.
Bittiğinde gece de bitmek üzereydi.
Yazılıp silinen 300 sayfa…
Kitabın önsözünde aslında kitabın özü de anlatılmakta. “ Diren Şevket” romanı kurgusal olmaktan ziyade yaşanmış anılar gerçek kişi ve kuruluşlar, olaylar üzerinden gelişiyor. Yazar önsözünde toplumsal hassasiyetler nedeniyle bazı bölümleri niye çıkardığını ve romandaki yazım tekniğindeki kopuklukları izah ediyor.
Tarihi tarihçilere bırakıp biz romana dönelim.
Şevketin ağzından, dilinden ilk olarak Merkez Akkaya Nahiyesine bağlı Akçataş köyünün fırıncık mahallesini tanıyoruz ve divandan 4 kişiyle birlikte zemheri zamanı askerliğe çağrılışıyla başlıyor romanımız.
Bu bir dönem romanı, o günün şartları altında değerlendirmek gerekiyor. Ama anlatılanlardan ziyade beni yaşadığı köy, coğrafya insanların yaşam kültürü ilgimi çekiyor. O kadar tanıdık ki.
“-Bizim köyün aşağıda Karadere Pazar yeri var. Derin bir vadi. Berçin çayı ile Bürnük Çayı orada birleşir. Hatta bütün köylerin yolları da oraya çıkar. Kastamonu Tosya yolunun üzerinde Ilgaz dağının güneyi Tosya. Her hafta Cuma günü Pazar kurulur.”
Yazılanları okurken gözümde canlanıyor o yollar, vadiler, dereler, köyler. Hepsi o kadar tanıdık ki.
”Dönersen seninim, dönmezsen ölürüm.”
Şevket; genç, güçlü, kuvvetli, becerikli ve bir o kadar da haksızlığa tahammül edemeyen yiğit bir köy delikanlısı, aynı zamanda sesi çok güzel bir müezzin ve o döneme göre çok önemli bir ayrıcalığı daha vardır. Okuma yazma bilir.
Tüm bunlara ilaveten de kuşağında her daim taşıdığı bir de Tosya bıçağı “Tosyalısı” vardır.
Daha askerlik başlamadan Şevket asi tavırlarıyla dikkat çeker ve savaşa o bilinmeze giderken ilk kez gördüğü beşik kertmesi, “Altın saçlı, çakır gözlü Halime” sini tanırız.
Halime Şevket’i askere uğurlarken der ki ”Dönersen seninim, dönmezsen ölürüm.”
Nişan olarak yemenisini verir şevkete ve tüm roman boyunca o yemeni Şevketin boynunda olacaktır.
Askerlik başlıyor…
Romanda alışık olmadığımız çok sert bir gerçekçilik var. Döneme ait yazılanlardaki hamasi anlatım, herkesin kahraman olduğu hikâyeler beklemeyin.
Hırsızlar var, asker kaçakları, zalim subaylar, cahil askerlere kadar herkes hikâyede yerini alıyor. Tabi ki Kastamonu Tosya yolundaki tüm köyler, yollar da.
“Burada bir eleştirimi yapmadan geçemeyeceğim. İlk bölümden son satıra kadar Şevket hep dürüst, hep haklı ve hep en iyi olarak gösteriliyor. Yazarın akrabalık bağından dolayı aile içinde dilden dile anlatılan öykülerin aktarılırken zamanla bazı gerçeklerden kopmuş olabileceğini düşünüyorum. C.K”
“Kastamonu Kalesi’nde yanan tek ışık göründü bile. Kastamonu Kışlası’na geldiğimizde bir kalabalıkla karşılaştık ki sormayın.
…
“Kumandan çok uzaktan geldik. Benim arkadaşlarımın ayakları donmak üzere.”
Bir basak daha çıkıp,
“Tek gâvur yıkmadan biz burada donarak yıkılmayalım dedim.” Dedim.
…
Şevket her gittiği yerde ön plana çıkar, haksızlığa karşı çıkar hem bolca dost hem epeyce düşman edinir. Kastamonu’dan Ankara’ya kağnı koluyla birlikte ulaşırlar. Romanda sadece Şevket değil yan öykülerde anlatılır. Kağnı kolunda tanıştığı yaşlı dede ve torunu ismihan gibi.
“Kaçmışlar. Ilgaz dağını üç günde aştık. Çok meşakkatli geçti. Hayvanlara verilecek saman yok. Ekmek yok. Uyku yok. Tosya kavşağına geldiğimizde kimsenin adım atacak dermanı kalmamıştı.”
Romanın bundan sonrası Kastamonu sınırları dışında devam ediyor.
Artık yollar da köyler de coğrafya da benim için de tanıdık değil, Şevket için de.
Ankara günleri eğitim ve okuma yazma bilmesiyle askerlikte önüne yeni ufuklar açar. Komutanı ve savaş boyunca birçok kez yolları kesişecek olan Albay Kemalettin Sami ile tanışır. Albayın emrinde çalışmaya başlar. Bu arada Çavuş yaparlar Şevketi.
“Kemalettin Sami Gökçen (1884, Sinop - 15 Nisan 1934, Berlin), Türk asker, diplomat ve siyasetçi. 1905 yılında Mühendishane-i Berri-i Hümayun'u ve 1908 yılında Harp Akademisi'ni Yüzbaşı rütbesiyle bitirdikten sonra 4. Ordu emrine verildi. 1911 yılındaki Trablusgarp Savaşı sırasında Yanya'ya gitti. Harp Okulu'nda öğretmenlik yaptı.
İstanbul'un İşgali sonrası 5 Aralık 1920 tarihinde Anadolu'ya geçerek Türk Kurtuluş Savaşı'na katıldı. Ancak Türk Kurtuluş Savaşı'na ilk katkısı değildi. Kara Vasıf Bey önderliğinde kurulan Karakol Cemiyeti çalışmaları altında İtilaf Devletleri depolarında bulunan silah ve mühimmatları Anadolu'ya kaçırmak ile Anadolu hareketine büyük faydalar sağlamıştır. Ankara Komutanlığı'na ve daha sonra 1. Tümen Komutanlığı'na getirildi.
31 Mart 1921 tarihinde Albay rütbesiyle II. İnönü Muharebesi'ne ve Sakarya Meydan Muharebesi sonrası 4. Kolordu Komutanı olarak Büyük Taarruz'a katıldı.
31 Ağustos 1922 tarihinde Mirliva rütbesine terfi etti. Savaştaki başarıları dolayısıyla Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile ödüllendirildi.
23 Haziran 1923 tarihinde II. dönem TBMM Sinop Milletvekili seçildi. 16 Ağustos 1924 tarihinde Berlin Büyükelçiliği görevine atandı. 1926 yılında Ferik rütbesine terfi etti.
1930-1933 yılları arasında Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi Başkanlığı görevini yürüttü. 15 Nisan 1934 tarihinde Berlin'de geçirdiği bir ameliyat sonrası öldü. Eyüp 16 Mart Şehitliği'ndeki mezarı 1988'de Ankara'daki Devlet Mezarlığı'na nakledildi.
Öldükten sonra ailesi "Gökçen" soyadını aldı.
Roman, Çavuş Şevket ve çok sevdiği komutanıyla birlikte Ankara’da askerliği, siyaseti ve dönemin sosyal hayatını öğreniyor.
Şevket askerin içinden gelmekte ve komutanların askere daha yakın olması halinde başarılı olacaklarını anlatıyor.
“Asker subayların erişilmez olduğunu sanıyor, onlardan korkuyor, komutanım askerin içine girmek gerekir”
Romandaki kötü adam/Yüzbaşı Zeki Zaim…
Çerkez Ethem, Demirci Efe ilk kez romanda adı geçiyor. Çavuş Şevket savaşın gerçek yüzünü yakından gördüğü cepheye gidiyor ve romandaki kötü karakter, belalısı, savaş ve sonrasında da peşini bırakmayacak olan Yüzbaşı Zeki Zaim’in emrine giriyor.
Yine Şevket üstün yetenekleriyle arkadaşlarını birçok badireden kurtarırken Yüzbaşı yardımdan ziyade köstek oluyor.
Savaş esnasında disiplinsizlik ve başka sebeplerden mahkemeye verilse de her seferinde aklanıyor. Tüm bu savaş esnasında yine de aklından çıkarmadığı Halime’nin yemenisi ona Kastamonu’yu memleketini hiç unutturmuyor.
Kastamonu’da başlayan askerlik öyküsü, Ankara-Eskişehir-Afyon-İzmir hattında büyük zafere kadar devam eder.
Şevket Çavuşa yedi sene yirmi gün süren askerlik sonunda memleket yolu görünür.
“İşte Büyük Haçat, Küçük Haçat, beş değirmenlerden aştım ufak dağları. Önümde uzun yazı, işte kaşçılar, sağımda Benli Sultan, Bayramlı Köprüsü, Çubuk içi, Fadıra Camisi Fadıra Köprüsü.”
Abla ben şevket…” dedim son bir kez.
Peçeyi indiriyor çakır gözlerini boşaltmaya hazır,
“Hangi Şevket? Bizim Şevket mi?”
“ Sizin Şevket”
Gittiğimde yokluk vardı. Şimdi açlık var.
Verdiği sözde durmuş Halime…
Şevket askere giderken Halime ile kısacık bir bakışmaya sığdırdığı o büyük sevdasını yaşamak için büyük hevesle geldiği memleketinde onu acı bir haber beklemektedir.
“Dönersen seninim, dönmezsen ölürüm” diyen halime sözünde durmuş.
Karakola şehit haberi gelmiş, o haberden sonra Halime hayata küsmüş, hastalanmış ve dönmeyen o sevdiğinin ardından o da bu dünyada olmadı öte tarafta buluşabilmek ümidiyle hayata gözlerini yummuş.
Romanın iç acıtan bölümlerinden biri karakoldaki askerlerden birinin Halime’ye göz koyup Şevket’ten gelen mektupları saklaması.
…
Romandan gerçeğe…
Şevket çavuş memleketine döner, ev bark çit çubuk yapar. Yeniden evlenir, savaş sonrası travmasıyla yaşlanınca artık akıl sağlığını da yitirip İstanbul’da tedavi altına alınsa da çok geçmeden hayatını kaybeder.
Yazar İsmail Karabıyıkoğlu üçleme olarak düşündüğü bu ilk romanında yalın gerçeklerle Kastamonu’nun bir köyünden savaşa giden köy delikanlısının gözünden sert bir savaş tarihini aktarıyor. Zaman zaman gerçekliliği sorgulanan ve kopuk kopuk ilerleyen hikâyedeki anlatılmayanları yazarın isteği ile çıkarıldığını önsözden biliyoruz.
Bu kışa doğru üçlemenin diğer kitapları da peş peşe yayınlanacak "İzmir’in Dağlarında Eşkıya gezer" ve "Seniha" Üçlemenin tamamını okuduğunuzda ilk romandaki kopuklukları yerine koyacak ve Şevket Çavuşun hayatına dair daha geniş bilgi ve gözlemleri bulacaksınız diyor yazar.
Dönem romanı yazmak zordur. Literatüre baktığımızda yazılanların önemli kısmı o günleri bizzat yaşayanların yazdıkları hatırat, öykü ve denemelerinden oluşuyor. Benim için bu romandaki en önemli konuların başında Kastamonu kırsalına dair tasvirler, yaşantı ve köylü/asker bakış açısı.
Benim için önemli çünkü Kurtuluş Savaşımızı anlatan Yaban/Esir şehrin insanları/yorgun savaşçı gibi eserlerden farklı bir bakış açısı buluyorum.
Benim için önemli çünkü ; “Diren Şevket” romanında Kastamonu’nun bir köyünden kalkıp savaşa giden bir köylünün gözünden savaşı ve o dönemi tüm yalınlığı ve yerel dille anlatır.
Benim için önemli çünkü Gazilerimiz ya da yakınlarından az sayıda kişi bunları kaleme almıştır. Ses ya da görüntü kaydı da azdır. Bizde eksik olan anı/günlük yazma geleneği olmaması. Bizim her köyümüzde her evimizde yazılmamış bir şehit/gazi bir romanı var. Yazar bize bunu anlatıyor.
.
İsmail Karabıyıkoğlu’nun eseri bu yüzden önemli. Kastamonu dediğimiz zaman en çok öğündüğümüz hasletlerimiz gaziler/şehitler yatağı olmamız, en çok şehit veren memleketlerden biri olmamız değil mi?
Ancak gazilerimizin, şehitlerimizin anılarını yansıtan edebi eserlerimiz çok fazla değil.
Yerel kahramanlarımızın anılarını bir sonraki nesle taşımak adına bu kitabı önemsiyor yazarımızı bu hizmetinden dolayı kutluyorum.
Bir sonraki eserini/"İzmir’in Dağlarında Eşkıya gezer" ve "Seniha" yı merakla bekliyorum.
26 Nisan 2023/Kastamonu
Cebrail Keleş-Balıkçı Şef