Rahmetli Sabiha Gökçen'in anılarında yer alan "1 kuruşun ibretlik öyküsünü"nü bir çoğunuz bilirsiniz. Bilmeyenler için, özetle öykü şu; Rahmetli İsmet İnönü Türk Hava Kurumunun bir toplantısına katılır. Hesapları incelerken, 40 paralık (1 kuruş) açık farkeder. THK başkanını sıkıştırır. Bir kuruşun nereye gittiğini bulmalarını ister. Konuyu Atatürk'e de anlatır.
Her gün arayıp sorar. Başkan ve tüm personel günlerce seferber olur. Neticede 1 kuruşun yanlışlıkla başka bir hesaba aktarıldığı anlaşılır.
Bu ibretlik öykü günümüz Türkiye'sinde umursanmaz, yadırganabilir. Hatta birçoğumuz bunun tuhaf ve saçma olduğunu da düşünebiliriz.
İşte zaten bu aldırmazlıklar ve tepkisizlikler yüzünden bugün bu durumda değil miyiz ?
• Devlet malı deniz yemeyen domuz! • Bal tutan parmağını yalar!... Ne güzel ata sözlerimiz var değil mi?! Haa birde Özal'ın o meşhur lafı vardı. "Benim memurum işini bilir!
Atatürk ile İsmet Paşa 40 paraların peşine düştükleri için onların yönettiği devlette halkın parası çarçur edilmedi.
Ülke nereden nereye gelmiş?
Önce, İsraf kelimesinin tanımını yapalım, sonra gelin birlikte bakalım.
İsraf; üretim sonucu elde edilen mal ve hizmetlerin, dinin uygun görmediği şekilde harcanması olarak tanımlanıyor. Ekonomiyi ve ekonomik üretimi, geliri ve giderleri israf etmemek hem dinimizin emri hemde ülkeyi yönetenlerin başlıca sorumluluğu. Hele devletin kaynaklarını israf etmek, ne haddimize, kimin haddine !
Devletin mallarında özellikle tüyü bitmemiş yetimin hakkı olmasına rağmen, kaynakların dikkatli ve tasarruflu kullanılmadığını görüyoruz. Yöneticiler ve siyasi iktidarlar tüm olanaklarını israfı önlemek için de kullanmalılar. Ülkemizin bu bunalımlı döneminde ülkeyi yönetenlere, alt kademe yöneticilerine, ekonomi otoritelerine ve siyasilere, özellikle il ve ilçelerdeki mülki idare amirlerine büyük iş düşüyor. Gelişmiş ülkelerin standartlarını yakalamak istiyorsak, mutlaka tasarrufa çok önem vermemiz gerekiyor.
Geçtiğimiz günlerde, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in imzasıyla kamu kurumlarına gönderilen genelgede, deprem kaynaklı maliyetler haricinde tüm harcamaların yeniden gözden geçirilmesi gerektiği belirtilerek, tedbirlerin ivedilikle uygulanabilmesi için gerekli adımların atılması gerektiği, tasarruf takibinin de tavizsiz sağlanacağı bildirilmişti. Genelgede, araçların sınıflarının düşürülmesi ve sayının azaltılması da isteniyor.
Kamuya resmi taşıt alımı ve kullanımında tasarrufa gidilmesi önerilerine rağmen, kurumlar araç kiralamaya ara vermedi.
Genelgeyi takmamış olacaklar ki, kamu kurumları hız kesmeden araç kiralamaya devam ediyor.
Gazeteci Deniz Ayhan listeyi çıkarmış.
Bakanın tasarruf genelgesinden sonra, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) 50 milyon 777 bin 750 ₺ lik, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) 14 milyon 391 bin 360 ₺ lik, Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ (EDAŞ) 16 milyon 645 bin 385 ₺ Devlet Demiryolları Taşımacılık A.Ş (TCDD) de 15 milyon 429 bin 553 ₺'lik araç kiralamış. Devlet Malzeme Ofisi (DMO) ise iki araca 2 milyon 107 bin 800 ₺ ödemiş.
Valla ben gazeteci Deniz Ayhan'ın yalancısıyım. Şimdi birileri çıkıp, araçların alım yada kiralama kararı genelgeden önce verilmişti şeklinde savunmaya geçebilir. Ülke bu durumdayken çok mu zor iptal etmek?
Ülkemizde lüks, ithal makam aracı saltanatına ve keyfiyetine kim dur diyecek?
Rakamlara bakar mısınız?
Almanya'da 9 bin, Japonya'da 10 bin, Fransa'da 8 bin makam aracı var. Bizdeki makam aracı sayısı net olarak öğrenilemese de, 125 bin olduğu tahmin ediliyor. Bu konuda da dünya liderliği bizde.
83 milyon nüfusa sahip Almanya'nın ekonomik büyüklüğü 3,8 trilyon $ iken Türkiye'nin GSYH'si Almanya'nın 5'te biri oranında ve 754 milyar $. Buna rağmen zavallı Almanya'da 9 bin makam aracı var. Üstelik en iyi araçları kendileri üretiyor.
Eee, "İtibardan tasarruf olmaz" diye tarihe geçen güzel(!) bir sözümüz daha oldu. Biz zengin(!) ülkeyiz. Normaldir bizi kıskanmaları!