Yine bir yol hikâyesinin peşinde düşmüşüz Tosya/ Çepni köy yollarına. Çepni ama hangisi? Birçok Çepni var bildiğimiz. Üstelik Çepni ne demek acaba? Biraz araştırıyorum ve aradığımı buluyorum. Bakın neymiş bu Çepni.
“Çepni boyu, Oğuz Kağan Destanı'na göre Oğuz Türklerinin 24 boyundan biridir ve Kaşgarlı Mahmud'a göre Divân-ı Lügati't-Türk'deki yirmi iki Oğuz bölüğünden yirmi birincisi; "Çepni"lerdir.”
"Çepni" kelimesi düşmanla savaşan anlamında kullanılmıştır. Çepni boyunun özelliği "nerde yağu(düşman) görse orda savaşır" olarak anlatılmaktadır.”
“Çepniler; 1071'de Anadolu'nun, 1277 yılından itibaren de Sinop'tan Trabzon'a kadar olan Karadeniz Bölgesi'nin fethedilmesinde çok aktif görevler üstlendiler. 1277 yılında Sinop'a saldıran Rum Pontus İmparatorluğu'nun ordusunu bozguna uğratmışlardır. Büyük çoğunluğu Karadeniz bölgesinde yaşar."Çepni" kelimesi Anadolu ağızlarında düşmanla savaşan anlamında kullanılmaktadır.”
Çepni nerede, nasıl gidilir?
Gelin şimdi hep beraber inanılmaz bir destanın yaşandığı Çepni köyüne doğru bir yolculuğa çıkalım.
Kastamonu’dan yola çıkınca yaklaşık 1 saat sonra Tosya’yı buluruz. Sonrası kolay. İstanbul yoluna çıkıp, Nalbantoğlu tesislerini geçer geçmez sola döndük mü artık kaybolma imkânınız yok.
Yol güzel ve asfalt. Devrez’in üstündeki köprüden geçip yukarıya tırmandıkça ufkunuz açılacak ve aşağıda kalan bereketli çeltik tarlaların güzelliğinin farkına varacaksınız.
Yol güzel olunca çok sürmeden Çepni’ye geliyoruz bizi Muhtar Metin Balcıoğlu’nun yaptırdığı kapı karşılıyor.
İçeri girmeden önce köy hakkında biraz bilgi verelim.
Çepni köyü Tosya’ya 16 km uzaklıkta sarp kayalıklar arasına kurulmuş şirin bir köy. Dışarıya çok fazla da göç vermemiş. İlkokul açık, (2009)Köyde halen bir hızar da çalışıyor. Yeni evler yapılıyor, eskiler onarılıyor. Köy ölçülerine göre hareketli canlı bir köy.
Gelir kaynakları ise genelde hayvancılık bir de söylenenlere göre bal kabağı ve kızılcıkları da meşhurmuş.
Metin muhtarım, köyün suyu kesilmiş, yarın düğün var benim gidip suyu onarmam lazım diyerek acilen yanımızdan ayrılırken bizi köyün imamı Mesut Kara ve Mustafa amcama emanet ediyor.
Köyün usluları ile ikindi güneşinde sırtımızı duvara verip tatlı bir sohbete başlıyoruz.
Yolun alt kısmında bir yerleri gösteriyorlar. Eski Çankırı yolu buradan geçermiş. Rivayetlere göre çok çok eskiden de köy daha aşağıda, kervan yolu üzerindeymiş. Çepnilerin savaşçı özellikleri o kadar meşhur olmuş ki, erkek çocukları sık sık kervanlar tarafından kaçırılır olmuş. Köylüler de en son çareyi komple köyü yukarı kervan yolunun dışına şimdiki yerlerine taşımışlar.
Destanın kahramanı Çepnili Recep doğuyor…
Bu köyde yaşamış hayatı hakkında bölük pörçük anılarını bildiğimiz bir kahraman var. İşte bu onun destanıdır.
“Ben ilk ağızdan dinleme şansına sahip olamadım ama torunlarından duyduklarımı bir öyküde anlatmaya çalıştım
Kusurum olursa şimdiden affola...”
Çepni köyünde suyla çalışan, asırlardır hizmet veren bir değirmen var. İşte bu değirmenden akan sularla başlar destanımız. Suların çevirdiği o büyük, o ağır değirmen taşı inleyerek anlatmaya başlar dinlemesini bilenlere…
Bu köyde uzun uzun yıllar önce yüz yıldan daha bir öncesinde bu köyde bir bebek doğar, değirmenci olan babası adını kulağına ezanla birlikte;
– Adın “Recep” bahtın açık olsun, vatana millete hizmet edesin diye üfler.
Çepnili Recep nasıl bir genetik mirasla doğduğunun farkına varmadan büyür gelişir. Atası da, dedesi de babası da değirmenci olduğundan doğduğu gün bellidir ne iş yapacağı.
Recep daha bebeklikten itibaren göze batmaya başlar, yaşıtlarından daha bir gösterişli, uzun, yapılı, sağlam bir çocuktur. Kısa zamanda da boylu boslu, güçlü kuvvetli bir delikanlı olur. Değirmende ağır un çuvalları ona kuştüyü yastık gibi gelip, hallaç pamuğu gibi atmaya başlayınca, artık vakti gelmiş bunun diyerek hemen başını bağlarlar. Daha yaşı on beşi bulmadan everirler Recebi.
Recebin değirmeni köyün kıyıcığında derenin hemen yanındadır. O değirmenin her taşını, toprağını, kiremidini, değirmenin çarkındaki her bir izi bilir. Duvarlarındaki her taşı, ağaçlarındaki her dal ezberindedir. Ne zaman yorulsa Değirmenin önündeki söğüt, ceviz ağaçlarının serin gölgesinde, çeşmenin başında oturup kuşların sesini dinler.
Öğle vakti gelince gözü tahta köprüde olur bilir ki; eşi, evdeşi, sevdalısı azığı ile görünecektir o köprüden.
Mutludur Recep, değirmeniyle, eşiyle ve daha kundakta olan öpmeye kıyamadığı, koklamaya doyamadığı bebeğiyle mesut bir hayatı vardır.
Yetiş ey vatan evladı…
Köyünde bu mutlu günler sürerken, memleketten kara haberler gelmeye başlar. Düşman, işgal, yunan derler.
Tellallar köyde ilan ederler ki,
-Yetiş ey vatan evladı. Memleket işgal altında kurtuluş günü bu gündür.
İşgal nedir bilmeyen bir memlekette yaşayan biri olan Recep, anlamaz, ancak genetik mirası, savaşçı kişiliği derinlerden bir yerden çıkmıştır bir kere, duramaz. Ne de olsa O bir Çepni’dir. 24 Oğuz boyunun en cengâver soyuna mensup bir soyundan gelmektedir.
Hiç düşünmeden, köydeki değirmenini, gözü yaşlı eşini, kundaktaki bebeğini Tosya Çepni köyünde bırakıp Kurtuluş Savaşı için Eskişehir, Afyon cephelerine koşar.
Kurtuluş Savaşında Tosyalı bir değirmenci…
Boylu boslu, yapılı, güçlü kuvvetli üstelik gözünü budaktan sakınmayan bu delikanlıyı Türk ordusunun en kıymetli silahlardan olan Maksim Makineli tüfek yardımcısı olarak vazifelendirirler. Usta bir asker olan Mehmet Çavuşla birlikte cepheden cepheye koşmaya başlar.
Savaşın bu en sıcak zamanında cephede bir bedende iki kişi sahne almaktadır.
Bir yanda soyundan gelen kanın damarlarında deli deli aktığı savaşçı Deli Çepni, bir yanda ise 17 yaşına yeni giren kundakta ki bebeğinin babası, Değirmenci Tosyalı Recep.
Cephede bir vatanın ölüm kalım savaşı sürmektedir.
Bu son savaştır ve artık kılıç kından çıkmıştır. Atların acı acı kişnemeleri göğe yükselirken, havaya uçan başlar, kollar, bacaklar ortalığı kan gölüne çevirir. Duman, ateş hele ki o genzi yakan barut kokusu, hiç biri bizim Deli Çepniyi etkilemez bile.
O artık bir ölüm makinesi, bir eski zaman savaşçısıdır.
Savaş anlarında; Tıpkı Ergenekon’dan çıkaran Bozkurt’un peşinden giden, Metehan’la, Kül, Teginle, Kürşatla, Ötüken yaylalarında Kül tegin’le, Malazgirt ovasında Alp Aslan’la, İstanbul önlerinde Fatih Sultan Mehmet’le at koşturan atalarıyla birliktedir.
Kan içip barut solumakta, gözü hiçbir şey göremez hale gelmiştir.
Ancak.
Afyon ovasında gün batıp ta o kızıl akşam çöktüğünde,
Bir hüzün doğar gözlerine. Artık o savaşçı Deli Çepni değil, Tosyalı Değirmenci Receptir. Köyünü görür düşlerinde. Tahta köprünün üstünde azığını taşıyan eşini, her bir taşını, toprağını, tahtasını, çarkını ezberlediği değirmeni gelir aklına. Yamaçtan aşağı baktığında kıvrım kıvrım, nazlı nazlı akan Devrezi, her daim başı dumanlı Ilgaz’ı, rüzgârda deniz gibi dalgalanan çeltik tarlalarını düşünür.
Gözünü kapatıp, değirmenin yanındaki o küçük çeşmenin başında olduğunu hayal eder. Yaz sıcağında serin gölgelerin altında oturup da değirmenin çıkardığı sesleri dinler. Gün sonunda eline yüzüne bulaşan o ak unları, kundakta bıraktığı bebesini, eşini, evini düşler.
Maksim Makineli tüfekle yazılan tarih…
Gece bitip şafağın kızıllığı sararken gökyüzünü cephelerde de toplar kızıl ölüm gülleri açmaya başlamıştır.
Artık Kurtuluş Savaşının en sıcak anları İnönü Savaşları sürmektedir. Bir milletin var olma savaşında Maksim marka makineli tüfekçisi Mehmet Çavuş cephede ölüm saçmaktadır. Yardımcısı Recep, makineliye mermi yetiştirebilmek için kan ter içinde koşturmaktadır.
Maksim makineli ölüm kusmaktadır işgalcilere.
Düşman da boş durmaz tabi. Komutanları bağırır,
- Susturun şu maksimi yoksa hepimiz kırılacağız.
Makineli tüfek tek hedeftir ve hep birlikte kurşun yağdırırlar Mehmet Çavuşun üstüne.
Bir zalim mermi, bir yağlı kurşun gelip konar, Mehmet Çavuşun o öpülesi alnına…
Hani Mehmet Akif’in dediği gibi, Mehmet Çavuş’ta vurulup tertemiz alnından uzanıp yatar. Mehmet Çavuş canından aziz bildiği silahını makinelisini bırakmamış üstüne yatmıştır, son nefesinde.
Karşı cephede bir sevinç dalgası yayılır. Nasıl olmasın, nasıl sevinmesinler ki susturmuşlardır ölüm makinesini. Artık onları durduracak bir şey yoktur karşılarında. Bu hevesle hemen hücuma kalkarlar.
Ama bilmedikleri bir şey vardır ki; karşılarında bıyığı terlememiş bile olsa Oğuzların en gözü kara boyunun evladı vardır.
Recep kendini toplar toplamaz ilk önce yanı başında yatan ustasını, kumandanını, Mehmet Çavuşunu sımsıkı tuttuğu, bırakmadığı makinelisinin başından zoraki ayırır. Ellerinde Mehmet çavuşun henüz soğumayan kanı vardır.
Gözleri intikam aleviyle yanarken, içindeki aslan uyanır. O Deli Çepni kanı damarlarında daha bir sıcak akmaya başlar.
Makinelinin başına geçer.
Benim adım Deli Çepni…
Susturdukları sandıkları makinelinin sevinciyle siperden çıkan düşman daha birkaç adım atamadan Maksim makinelisinin korkutucu sesini ve mermilerinin vızıltılarını duyarlar ama artık çok geçtir.
Ekine giren keskin bir orak gibi sapır sapır dökülüp bir bir toprağa düşmeye başlarlar. Ağustos güneşi görmüş kar gibi anında erirler.
Sipere kendilerini atabilenler şanslı olanlardır.
Bu durumu gören kumandanı sevinçle Recep’e seslenir.
—Hey bre Tosyalı Değirmenci bu gün burada tarih yazdın der. Recep elini tetikten, gözünü düşmandan çekmeden dişlerinin arasından fısıltıyla cevap verir.
—Kumandan, kumandan Değirmenci değil… Benim adım Deli Çepni.
Düşman kendini toparlar toparlamaz bu deliyi de susturmak için varını yoğunu ortaya koyar. Artık siperden çıkamadıkları için iş topçulara kalmıştır.
Topçuların tek hedefi artık bu makineli tüfektir. Yoğun bir atış başlar. En sonunda birisi isabet eder.
Deli Çepni sadece önündeki toprağın havaya kalkışını görmüştür. Sonrası sadece karanlık bir boşluktur hatırlayamadığı.
Maksim makinelisi susmuştur.
Ancak makineli sussa da kazanılan zaman zarfında takviye birlik çoktan gelmiş. Siperden çıkan düşmanı önüne katıp kovalamaya başlamışlardır.
Deli Çepni görevini tamamlamıştır.
Tosyalı Recep bir sahra çadırında gözünü açar. Daha doğrusu tek gözünü açabilmiştir. Gelen şarapnel bir gözünü parçalamıştır. Kalkmak ister kalkamaz, bacağı boydan boya sarılıdır. Aylarca hastanede yatar.
Değirmenci Recep…
Sonra savaş bir gün biter ve o da köyüne döner.
Savaş alanlarının “Deli Çepni ”si, Recep, tekrar “Değirmenci Recep” olmuştur. İlave bir isim daha almıştır. Kör değirmenci. Üstelik bacağının bir tarafı komple soyulmuş et kalmamış sadece deri tutar olmuştur.
O devletten bir şey istemese de Devlet; ona hizmetlerinin karşılığı olarak gazi maaşı, harp malulü aylığı bağlar.
Gel zaman git zaman unutulur her şey.
Değirmenci Recebi çekemeyenler Devletin verdiğini (742 kuruş) maaşı kıskanırlar. Birileri onu şikâyet eder,
Bir Gazinin şahidi kim olur ki?
Derler ki bu savaşmamıştır. Cepheye katılmamıştır.
Bu laflar ağır gelir Recebe öyle ki “Kör Değirmenci Recep” bir kez daha “Deli Çepni” olmuştur. Savaş alanında yıkılmayan devi bu sözler yıkmıştır.
…
Şahit isterler savaştığına dair;
—Şahidim önce Allah’tır. Sonra Afyon’da meydan muharebesinde siperde akıttığım kanımdır. Şarapnelin alıp götürdüğü gözümdür, bacağımın yarısıdır der. Der ama dinleyen kim. Yine inandıramaz kimseyi. O da tutar askerlik şubesi kumandanına bir mektup yazar.
Kumandan öyle bir mektupla cevap verir ki, askerler ellerinde değil, başlarında taşıyıp köye getirirler.(O Mektubu yakınlarından istedim aile bu konuda bana söz verdi bulunca bir kopyasını göndereceklerdi. Ne yazık ki bulunamadı.) Olay da bu şekilde tatlıya bağlanır.
Her karışında, her köyünde bir kahramanlık öyküsü/destanı olan memleket…
Savaş alanlarının Deli Çepni’si, Kör Değirmenci Recep Dayı olarak uzun yıllar eşiyle, çocuklarıyla, değirmeniyle, tahta köprüsüyle, deresiyle mutlu bir hayat yaşar.
O bu dünyadan göçer gider geride değirmen kalır.
Zamanla değirmen de teknolojiye yenik düşer. Artık kimsenin değirmene ihtiyacı kalmamıştır.
Göçler olur.
Hem değirmen, hem Recep Dayı unutulur.
Değirmen harap olur. Geride çeşmesi, köprüsü, altında dinlendiği ağaçları ve akıp giden dere kalır.
100 yıl sonra o köprüde…
Oturmuşum bir de dilimde türkü tutturmuşum. Sonbaharın serinliğinde, derenin akan sularında bir destan Devrez’e doğru akıp gidiyordu.
Uzanıp bir yudum içtim.
Yüzyıl önce, yüz yıl sonra…
Su aynı, yel aynı,
Türkü aynı.
Deli Çepni, Ilgaz’ın ötesinden el ediyordu sanki.
Balıkçı Şef el salladı, vatan toprakları, emanetin emin ellerdedir, Deli Çepnim ruhun şad olsun. …
…
Bu vatanı kuranları, kurtaranları unutmayalım. “Meçhul Kahramanlar” olarak kalmasın.
Yerel tarihimize ve kahramanlarımıza sahip çıkalım.
…
İlk yüzyılımızı kutluyoruz…
Bugün 29 Ekim 2023 ve Cumhuriyetimiz 100 yaşında.
Cumhuriyetimizin ilanının yüzüncü yılında Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk”ü, Bize bu toprakları ilelebet vatan olarak bırakan, bu topraklar için canını veren aziz şehitlerimizi, kanını döken gazilerimizi ve taş üstüne taş koyarak bağımsız bir cumhuriyet için çalışan herkesi minnet, saygı, sevgi ve rahmetle anıyorum.
İstiklâl mücadelemizin önderi, cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’üm; emanetiniz ilelebet payidar kalacaktır.
Nice yüzyıllara…
"Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun"
…