Bu Sarmaldan Neden Çıkamıyoruz?

Abone Ol

Ekonomi; "bir insan topluluğunun ya da bir ülkenin, yaşayabilmek için üretme, üretileni bölüşme biçimlerinin ve bu eylemlerden doğan ilişkilerinin tümü" şeklinde tanımlanıyor.

Yaşayabilmek için üretme ve bölüşme ! Görüldüğü gibi ekonominin temelinde üretim var. Ayrıca, ülkenin varlığını sürdürebilmesi için üretilenin adaletle ve hakkaniyetle bölüşülmesi gerekiyor.

Peki, günümüz Türkiyesinde yeteri kadar üretiyor muyuz?

Ürettiğimizi  hakça bölüşüyor muyuz? Başka bir deyişle, gelir dağılımında adaleti sağlayabilmiş miyiz?

Bu sorulara evet diyebilir misiniz?

Ekonomimizin en istikrarlı  yılları 1923 den1950 ye kadar olan dönemdir. Türk Lirasının da dünya ekonomisinde en değerli olduğu 27 yıl bu döneme denk geliyor.

Bu döneme baktığımızda, devlet destekli, üretime dayalı müthiş bir kalkınma hamlesi görüyoruz.

Bu ivme Atatürk'ün vefatından sonraki 12 yıl daha devam etti.

1950 den 1990 a kadar olan dönemde;

▪︎50 li yıllarda ABD ile yapılan ve elimizi kolumuzu bağlayan anlaşmalar, tarımımıza, eğitim sistemimize müdahaleler.  Antikominist hedefleri olan Marshall yardımları.

▪︎ 1974 Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle maruz kaldığımız ağır ambargolar.

▪︎ 1980 askeri müdahalesi ve cunta yönetimi dönemi.

Bu 40 yıl da böyle heba oldu.

Sonrasında, 1990 - 2002 yıllarında  yaşanan ekonomik bunalımların temel sebebi ise, siyasi istikrarsızlık, dolayısıyla orta ve uzun vadeli ekonomi politikasına sahip olamama durumudur. Bu dönemde Türkiye'de 6 farklı başbakan tarafından 11 farklı hükûmet kuruldu ve bu hükûmetlerin ortalama ömürleri 1 yıl civarında gerçekleşti.

Ülkenin enerjisini ve kaynaklarını terörle mücadeleye harcamasını da unutmayalım.

1984 yılından buyana terörle mücadele ediyoruz.

2002 den sonra tek parti iktidarı ile bir siyasi istikrar sağlandı. Terörle mücadelede de başarı sağlandı diyebiliriz. Peki buna rağmen neden ekonomik istikrar sağlanamadı? Bu sorunun o kadar çok yanıtı var ki, hangi birini yazayım.

Ekonomi bir bilim dalıdır. Ekonominin değişmez gerçekleri vardır.

Mesela;

▪︎ Faizlerin artırılması ile piyasada talep azalır. Bu sayede harcama eğilimi de azalmaya başlar.

▪︎ Faiz ile enflasyon arasında ters yönlü bir ilişki vardır. Faiz düşerse enflasyon artar yani enflasyon artarsa düşürmek için faizi artırmak gerekir.

▪︎ 2002 yılından bu yana, TL' nin değerlenmesinin arkasında “yüksek faiz düşük kur” sarmalı yatmaktadır. Türkiye'de, ülke riskinin yüksek olması, kaynaklarından daha fazlasını kullanması nedeniyle faizler dünya standartlarının çok üzerinde. Bu durumda da iş dünyası ve yatırımcılar kredi kullanamıyor. Kısır döngü de işte burada başlıyor.

Uzun vadeli ve kalıcı çözümler üretmek yerine;

▪︎ Faizlerle oynayarak,

▪︎ Yüzyılın buluşu diye kur korumalı mevduat ismi altında ucube sistemlerden medet umarak,

▪︎ Vergileri artırarak, yeni vergiler icat ederek,

▪︎ Karşılıksız para basarak bu sarmaldan çıkmamız mümkün değil.

Haberlere bakıyorum. Enflasyonda tek haneye düşecek mişiz. İhracatta tarihi rekorlar kırmışız!

Neye göre rekor? İhracatımız ithalatımızın önüne mi geçti? Cari fazla mı vermeye başladık?

İhracat rakamlarını verirken neden ithalat rakamlarını da  vermiyorsunuz?

Ekonomide çuvallıyoruz ama algı yönetiminde maşallahımız var.

Athenanın o meşhur şarkısı geliyor aklıma;

Vurduk en dibe

Söyle şimdi nereye?

Yol almalısın

Ufak ufak yerine

Sıyrıl da gel buraya

Sıyrıl da gel buraya

Dön baba

Dön baba dönelim

Dön baba

Dön baba dönelim

Gerçek şu ki, yeteri kadar  üretmiyoruz ve üretmediğimiz için yoksullaşıyoruz. Bu gerçekleri görüp, topyekün bir üretim seferberliğini çoktan başlatmalıydık.