Bir gönül adamı Mehdi Keskin

Abone Ol

Telefonla arardı, bugünkü yazında şu kelimeyi yanlış kullanmışsın, doğrusu şu olacak…

“Baş üstüne Mehdi bey amca”.

İtiraz etmezdim…

“Kelimelerin bazen altını üstüne getirerek ironik anlamlar yakalamak istiyorum, bu da benim isyanım hayata dair, başkaldırdım” demezdim.

Evvel zamandan konuşurduk…

Gülüp geçerdik yalan dünyaya.

Sonraki günkü yazıda parantez içinde “doğrusunu” belirtirdim ki, gönlü hoş olsun Mehdi bey amcanın, gönül adamını kırmak olmazdı çünkü…

Kadife keseli bir gönüldü onunki.

“Muhafazakar” gibi göründüğüne bakmayın “aykırı” idi, “değişik” idi, farklı idi…

“Nev’i şahsına münhasır”.

Televizyonda bilgi yarışmasına katıldı…

Hali vaktine bakılınca “devrimci” denmez mi bu eylemi hayata geçirene.

2002 yılında, Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında yakınlarınca okunmak üzere postalanan 40 bin mektuptan 5’ine imza atmak kimin aklına gelir aksi halde?..

Söyleyin.

Yazanlar elini kaldırsın…

21 yıl sonra okunsun diye, yazdığı mektubu, şişe içinde okyanusa atan var mı içinizde?

5 torununa…

5 mektup.

Daktilo yazısı…

Ola ki kara kalem silinir, varsay ki bir harf dahi olsun okunamaz korkusuyla, edebiyatın “kuyumcu hassasiyetiyle” besbelli.

Mektuplara düştüğü tarih “12 Ekim 2002”…

14 Ekim 2002’de postaneye teslim..

Mektuplar 21 yıl sonranın 29 Ekim’inde sahiplerine ulaştı…

Her kelimesi mutluluk gözyaşı şelalesinde yıkanarak okundu, yazılırken Mehdi bey amcanın döktüğü gözyaşlarına eklendi, geçmişten geleceğe akan nehir oldu gönül okyanusunda.

Nasihat yüklü satırlar…

“Sana annenden, babandan, ecdadından gelen onuru, dürüstlüğü, olgunluk, kibarlık ve nezaketi elden bırakma” diyor bir paragrafta misal.

Torunlarından Eda duygularını yazıya döktü…

“Bir Cumhuriyet çocuğu olarak öyle heyecanlandım, öyle duyguluyum ki bugün. Dedem kalbi merhamet ve sevgiyle dolu biriydi. Bu mektup dedeme olan saygı ve sevgimi öyle bir noktaya taşıdı ki… Nurlar içinde yat dedeciğim. Saygı ve rahmetle.” 

Rahmet olsun gönül adamı…

Kadife keseli gönül onunki.

“Gastronomi Lisesi” filan

Millî Eğitim Bakanlığı, “gastronomi lisesi” açacağını duyurdu, “İstanbul” olacakmış mekanı…

Aman Kastamonu’da açmayın!

Hatırımız kalır…

Akla dahi getirmeyin.

Ne varsa İstanbul’a yığın…

Nefes aldırmayın.

Amaç hayırlı…

“Türk mutfağını en iyi şekilde sunarak uluslararası alanda çok daha ileriye taşınması amacıyla gastronomi alanında eğitim verecek gastronomi lisesi açılıyor.”

Bakanlığın web sitesindeki açıklamada “Gastronomi alanında daha önce sadece mesleki ve teknik Anadolu liselerinin bünyesinde bulunan yiyecek içecek hizmetleri alanı ile gastronomi uygulama atölyelerinde eğitimler verilerken Türk mutfağını hem Türkiye'de hem dünyada en iyi şekilde tanıtacak eğitimlerin verileceği gastronomi lisesi İstanbul'da açılması planlanıyor” deniliyor…

Geçenlerde bizatihi yazmıştım MEB’in “ilk” gastronomi lisesini Kapadokya’da açtığını, haber metnini yazan bakanlık görevlisi bu “küçük” ayrıntıyı ya bilmiyor ya da önceki bakan dönemi bilançoya alınmıyor, kendi tasnifleri nihayetinde.

Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin ünlü şeflerle toplantıda bir araya geldi, yaptığı konuşmada “Geleneksel Türk mutfağının iz bırakan lezzetlerini ulusal ve uluslararası alanda hak ettiği noktalara ulaşması için sadece gastronomi alanında eğitim verecek gastronomi lisesini açacaklarını kaydetti.” …

Hayırlı olsun.

Kastamonu’da “gastronomi lisesi” ya da “gastronomi enstitüsü” açılması talebini geçtiğimiz yıldan beri yazıyorum…

Üzerinden temiz bir yıl geçti.

3 Eylül 2022’de yazmışım “Kastamonu Gastronomi Enstitüsü haniymiş?” başlığıyla, o vakit 10 taneymiş ülkemizde gastronomi enstitüsü, 11’inci olmaya talip olduk, yazının mürekkebi kurumadan araya yeni iller girdi, “14’üncü bari olalım” dedik, olmadı haliyle…

“22 Kasım”, “14 Aralık”, sonrasında vazgeçtim.

Bakanlığın web sitesinde görünce ham bir erik yemişçesine güldüm…

Ne kadar boş işlerle meşgale ediyorum bazen.

Sana ne liseden, enstitüden, atölyeden…

Yan gel yat.