Yediğimiz, içtiğimiz birçok şeyde insan sağlığına zararlı katkı maddeleri var.
Birilerinin bizi bilerek ve isteyerek zehirlediğini düşünüyorum. Büyük bir çoğunluğun da benimle aynı düşüncede olduğu kanaatindeyim.
Bir yazımda; sebze ve meyvelerdeki aşırı kimyasal kullanımına dikkat çekmiştim. Tarımda bilinçsizce kullanılan pestisit çeşitlerini ve insan sağlığına zararlarını anlatmıştım.
Bu yazımda, sizlere undaki katkı maddelerinden söz edeceğim. Un'da onlarca çeşit katkı maddesi var. Bunların neredeyse tamamının sağlığımızı ciddi şekilde tehdit ettiği iddia(!) ediliyor.
Bu katkı maddelerinin tamamını yazmaya kalksam sayfam yetmez. En bilindik bir kaçını anlatmak istiyorum. Bu konu beni uzun süredir rahatsız ediyor. Geçtiğimiz yıllarda, yakın çevremdeki un fabrikalarını dolaşmıştım. Un çuvallarının üzerindeki etiketleri inceledim.
Çalışanlarla konuştum. İnternet ortamında konuyu elimden geldiğince araştırdım.
İnanın, insanın gördükleri ve duydukları karşısında kanı donuyor, nutku tutuluyor.
Bu konuda çok şeyler yazıldı çizildi. İddiaların ne kadarı doğru bilemem.
Ülkemizde, gluten, çölyak, diyabet, her türlü otoimmün hastalıkları, obezite, diyabet, alzheimer, demans,dikkat eksikliği vb. nörolojik hastalar ve romatizmal hastalıklardaki anormal artışı göz önüne aldığımızda; kaygılanmamak mümkün değil.
Kanserojen olduğu gerekçesiyle AB ülkelerinde kullanımı yasak olan ve unda beyazlamayı sağlayan benzol peroksit
Potasyum bromat, azodikarbonomit ve klorindioksit isimli katkı maddeleri; AB üyesi ülkeler ve ABD'de yasaklandığını basından takip ettiğimiz kadarıyla biliyoruz. Peki bu zararlı katkı maddeleri bizde kullanılıyor mu? Ben açıkçası emin değilim.
Yapılan deneylerde potasyum bromatın ''kanserojen'' olduğu kanıtlanmış. Buna rağmen kullanılmaya devam ediliyor mu acaba?
Undaki katkı maddelerinin en ilginci ve en mide bulandıranı
E 910, E 920 veya E 921 olarak kodlanan ve diğer adı L-Sistein (inglizce: L-cysteine) olan madde,
Bu madde, hamurun çabuk açılmasını ve kolay işlenmesini sağlıyormuş. En çok yufkalık unlarda elastikiyet kazandırmak ve açarken yırtılmaları engellemek amacıyla kullanılılıyormuş. Hamurun kalitesini ve esnekliğini artırdığı söyleniyor. TV lerde görmüşsünüzdür. Adam elinde hamuru döndürerek show yapıyor. Hamur bir türlü kopmuyor, inceldikce inceliyor. En iyi baklava da bundan yapılıyormuş. Sen tarlandaki buğdayından elde ettiğin katkısız hamuru böyle açabilir misin?. Mümkün değil. Çünkü içinde L-Sistein yok!
L sistein'in en büyük üreticisi Çin. Almanya ve Japonya'da da üretiliyor. Genellikle berberlerden toplanan insan saçı ve domuz kıllarından üretilen L-sistein'in ayrıca kaz-ördek tüyleri ve boynuzdan da üretildiği iddia ediliyor.
Yetkililer bu maddenin (L-Sistein) Türkiye'de kesinlikle kullanılmadığını söylüyor.
İnanıp, inanmamak size kalmış!
1948 yılına kadar Ekmeğimiz esmerdi. Maya, ekşi maya olarak evde üretilirdi, organikti, doğaldı. Sofrada doyduğumuzu bilirdik.
Yaşı yetenler hatırlayacaktır. DP’nin iktidar vaadi 10’dan fazla katkı maddesi konan endüstriyel beyaz undan yapılan “Beyaz Ekmek”ti. Dalkavuk medya, beyaz ekmeği “kalite”, zenginlik ve refah göstergesi olarak sundu. Halk, beyaz ekmek yedikçe, acıktı. Acıktıkça, beyaz ekmek yedi. “Ekmeksiz doymuyorum” haline getirildi. Tıka basa yemenin sonucu sağlığımız bozuldu. Şeker olduk, astım olduk, alerji olduk ve hastalıklar ardı ardına sıralanmaya başladı.
Dünya ortalamasının beş katı ekmek tüketiyoruz. Dünyada çöpe en fazla ekmek atan ülkeyiz. Çünkü, beyaz ekmek dünyanın en çabuk bozulan ekmeğidir.
Avrupa ülkeleri Beyaz Ekmek yemeyi bıraktı. Ne yazık ki, biz bir türlü bırakamadık.
Beyaz ekmek ile Tam Buğday ekmeği arasındaki farkı daha yeni anlamaya başladık... Hastalıklardan korunmak için ilaçlara değil sağlıklı besinlere sarılmamız gerekiyor.
Tüketici parasını neye verdiğini bilmeli. Yerli ata tohumu ile geleneksel tarım ile üretilmiş , GDO’suz , kimyasal ilaç ve gübre olmayan, kimyasal katkı maddesi içermeyen gıda talep etmeliyiz. Ata tohumu ile üretim yapan çiftçiler devlet tarafından desteklenmeli.