Aslen Kastamonu Merkez Kurtgömeç Köyü nüfusuna kayıtlı olan Ankara Üniversitesi Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. İhsan Çapçıoğlu’nun konuşmacı olarak yer aldığı Cumartesi Sohbetleri programı Hz. Pir Şeyh Şa’ban-ı Veli Külliyesi’nde gerçekleştirildi. Çapçıoğlu, “Tekno-Bilişim Çağında ‘Değerleriyle Yenilenme’nin İmkânı; Fırsatlar ve Riskler” konusunda sunum yaptı.
Programa Hz. Pir Şeyh Şa’ban-ı Veli Kültür Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Çiftçi, Hz. Pir Şeyh Şa’ban-ı Veli Kültür Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Süleyman Yücel, Vakıf Genel Sekreteri İsmail Hakkı Özcebeci, Vakıf Müdürü Abdurrahman Emiroğlu, Kastamonu Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Nadir Özdemir, Ülkü Ocakları Başkan Vekili Burak Akgün, AK Parti Kastamonu Belediye Başkan Aday Adayı Yaşar Özdemir, Kastamonu Enderun Hafızlar Topluluğu Başkanı Muhammed Feyzi İbrahimoğlu başta olmak üzere çok sayıda davetli ve öğrenci katıldı.
Prof. Dr. İhsan Çapçıoğlu, bir saatlik sunumunda şunları söyledi: “Değerler alanı çok geniş bir alan. Yani konu başlığını ifade ederken tekno bilişim çağı gibi bir tanımlama getirdim. Bunu benden başka çok kullanan yok. Türkiye'de bakıyorum genellikle bilişim ifadesi öne çıkıyor ama ben önemsiyorum niye, çünkü bir önceki çağı bundan 20 sene geriye gittiğimizde 2000’lerin hemen başında bilgi çağı olarak niteleniyordu. Yani 2010’lara gelene kadar evet bilgi çağı, yoğun bilginin performasyonun hatta nitelikli bilgiden öte malumatın yoğun olduğu bir dönemi ifade ediyordu. Bugün geldiğimiz noktada artık bilgi artı teknoloji, yani bilişim çağının gerçekliği içerisinde yaşıyoruz ve hemen hepimiz her gün binlerce mesaja maruz kalarak kendi yolumuzu, yol haritamızı tayin etmekte büyük ölçüde zorlanıyoruz. Tabi alanım itibariyle yüksek lisans ve doktora dönemlerinde kültür ve bilgi çalıştım. İnanç bağlamında doktora sonrasında da özellikle bu yeni medya diye bugün tabir edilen ve hepimizin içinde bulunduğu bir yeni dönemi teknoloji dönemini tecrübe ettiğimizi fark ettim ve bu kültüre dahil okumalar ve çalışmalar yaptım. Şöyle bir derdim var zannediyorum onu birlikte hepimiz paylaşıyoruz, bugün bize kadar aktarıla gelen kültürü bizden sonrakilere aktarma konusunda çok zorlanıyoruz. Yani gençlerimiz, çocuklarımız, her nesil geriye doğru gittikçe bir önceki neslin kültüründen gittikçe kopuyor. Arada bir bağlantı noktası, bir köprü kurma sorumluluğumuz var. Yetişkinler olarak bizlerin, sizlerin, hepimizin hatta zaman zaman değerlendiriyoruz. Sanki son normal insan nesliymişiz gibi filan kendimizi hissediyoruz. Benim 2 evladım var büyük olan üniversite öğrencisi küçük olan lise öğrencisi, aralarında 3,5, 4 yaş gibi bir fark var. Zaman zaman sanki arada böyle nesil farkı varmış gibi hissediyorum. Bir şeyi anlatırken ya da onlar benimle bir konuyu müzakere ederken dil ve üslup birlikleri konusunda zorlanıyorum. Şimdi bütün bu yaşanmışlıklardan sonra kendi kendime soruyorum diyorum ki, acaba biz bize kadar aktarılan bu değerli kültürü, değerli yaşam kodlarını, inancı, ahlakı, bizi biz yapan temel değerlerin bizden sonrakilere nasıl aktarmalıyız ki bu kültür yaşasın tabii içinde bulunduğumuz ve yetiştiğimiz bu coğrafya özellikle Kastamonu coğrafyası eğer özgün bir Türk Kültürü, Türk İslam Kültürü varsa ki var bu kültürün mayalandığı yaşandı ve halen yaşatıldığı bir coğrafya. Ben bu açıdan baktığımızda bizim bir modern oluşturabileceğimizi de düşünüyorum. Yani özellikle Kastamonu yöresi buranın kültürü özellikle bizim değerlerimizin korunması ve taşınması konusunda çok pilot bir bölge gibi hep değerlendiriyorum. Hatta zaman zaman yükseköğretim kurulunda YÖK’te meseleler müzakere edilirken orada bir tematik üniversite son dönemde yani Kastamonu Üniversitesi de bugün özellikle tabiat ve orman turizmi bakımından tematik Üniversite seçildi. Yani burası tabiat turizmi, çünkü güzel bir doğası var ama bir taraftan da ormancılık bakımından özellikle bu bakir bu ormanlı yeşil coğrafya böyle bir alanda öncü olsun istendi. Ama ben hep şunu teklif ettim, halen ediyorum diyorum ki burası aynı zamanda kültür açısından da bir tematik üniversite olsun. Yani Türkiye’ye hatta Türk dünyasına burası bir model sunabilir. Kastamonu yöresinin yaşayan kültürü, yeme içmeden giyim kuşamdan, atasözlerinden, değişlerden, dilinden, coğrafyasından her şeyiyle bir kültür hazinesi. Bunu açığa çıkarmak ve anlatmak lazım işte değerler konusunu konuşurken burası bir başlangıç olabilir diye düşünüyorum. Sadece memleketimiz açısından değil, bütün Türkiye ve Türk Dünyası hatta insanlık açısından buradan bir umut ışığı yeşertebiliriz diye düşünüyorum. Şimdi bunu nasıl yapabiliriz bunun detaylarını sizle paylaşmak istiyorum. Önce değer nedir? Çok tanımlanan bilinen bir şey gibi gelir ama çok kullandığımız kavramları aslında çok da bilmiyoruz. Yani teknik bir tanımın ötesinde çok dilde böyle pelesenk olduğumuz çok dolaşan kavramların detaylarına baktığımızda aslında değer kavramının da her çağda yeniden tanımlanması ve örneklendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Değer nedir derseniz değer en genel anlamıyla hayata bakışımızı şekillendiren, davranış, düşünce ve tutum kalıpları. Evet, bunlar bize kadar aktarıla gelen, bizim de içinden seçerek benimsediğimiz ve bizden sonrakilere aktarmayı kabul ettiğimiz, tercih ettiğimiz birtakım kültürel kalıpları ifade ediyor. Mesela somut olarak örneklendirelim. Biraz önce söylediğim Kastamonu’da bugün coğrafi işaret olarak tanımlanıyor bir takım kültürel zenginlikler var. Bunlar çoğunlukla yeme içmeyle ilgili şeyler aklımıza geliyor, işte pastırmasından, bulgurundan, simidinden tutun da pek çok şey aslında bugün artık bu açıdan bir coğrafi işarete dönüşmüş durumda. Yani burayı sembolize eden buranın kültürüne ait olduğu tescillenen ve gelecek nesillere bu şekilde aktarılan değerler. Bunlar içerisinde özellikle inanca dair değerlerin çok önemli olduğu kanaatindeyim. Mesela şu an yanında bulunduğumuz Şeyh Şaban Veli Hazretleri bugün biraz önce Mehmet Çiftçi hocam Vakfımızın Başkanı ifade etti. Kastamonu adına bir kültürel zenginlik. Yani sadece bir inanç değeri değil, aynı zamanda inancı da içine alan geniş bir kültürel zenginliği ifade ediyor. Hangi açıdan işte biraz önceki artık bir değişe dönüşen karşılamada ve uğurlamadaki güler yüzlülük bakımından hani hep klişe olarak söylüyoruz, “Gelişiniz, Güle Güle Gidişiniz Güle Güle Her İşiniz Güle Güle” aslında bugün bütün dünyanın ihtiyaç duyduğu şey bu. Hani bir dönem 12., 13. Yüzyılda Anadolu Moğol istilasına uğruyor. Bütün bir coğrafya talan ediliyor. O dönemde büyük kafalar özellikle Yunus gibi Mevlana gibi neyi söylüyorlar? Hep insan sevgisini yani biraz önce dikkatimi çekti. UNESCO 2019 hedefi aslında dünyanın ihtiyaç duyduğu, yani insani koşullarda yaşam sürdürebilmenin temel parametrelerini oluşturan mayalayan kültür, işte bu coğrafyada bizim elimizde aslında ben zaman zaman düşünüyorum diyorum ki bizler hazine üzerinde oturan ancak el açıp dilenen insanlar gibiyiz. Aslında altımızda hazine var. Yani bu coğrafyanın hazineleri emin olun dünyanın çok az yerinde var. Hani biraz önce CV okurken arkadaşımız söyledi, epey bir coğrafyayı gezmem mümkün oldu, nasip oldu. Özellikle Avrupa coğrafyasında bu kültürün değerlerine çok ihtiyaç var, işte doğuya gidiyorsunuz. Mesela kültürel köklerimizin mayalandığı Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Azerbaycan, bir sürü Türk Cumhuriyetleri ve İslam coğrafyasını geziyorsunuz. Aslında herkesin bir umudu var, o da yeniden bir Osmanlı tecrübesi, dünya bunu bekliyor. Yani farklı olanı kucaklayan, barışı yeniden tesis edecek olan, kendisiyle, değerleriyle, kültürüyle, insanlıkla, insanla barışık yeni bir nefes sunacak olan bir medeniyet coğrafyası işte orası burası ve buranın da bence merkezi işte bizim memleketimiz Kastamonu’muz, yeter ki bunun farkına varalım ve onu büyütecek adımları atabilelim. Evet değere dönelim, değer hayata dair dünya görüşümüzü şekillendiren tutum, davranış, alışkanlık değer kalıbı olarak ne varsa aklımıza gelen hepsini içeriyor ve bunları bir somut ve soyut diye ayırıyoruz. Kanıtladığımız bir ayrım bu somut dediğimizde biraz önce bahsettiğim değerler akla geliyor. Soyut dediğimizde de daha çok kültürel içerikli değerleri hatırlıyoruz. Bugün somut olan daha çok önemseniyor ancak soyut olanı yaşatma ve aktarma konusunda zorlanıyoruz. Değer, eğer ekonomik bir değer olursa marka değerine dönüşüyor. Bugün mesela yaşadığımız bu tekno bilişim toplumu dediğim toplumda değerler hiyerarşisi dediğimiz değer kümesi altüst olmuştur. Şimdi klasik tasnif şöyle diyorlar ki, bir araç değerler var. Mesela teknoloji bu açıdan baktığımızda araç değer adı üzerinde sizi bir yerden alır. Başka bir yere götürür, taşıyıcı değerdir bu ama kendisi değer değildir. Mesela para böyle bir değerdir, bir şeye ulaşmanın aracıdır ama kendisi hedef değildir. Yani para kazanmak için insanlar çalışmaz, para kendiliğinden gelir, emek verir, değer üretir, para da peşinden gelir. Yani çalışmak için çalışır insan ama para kazanmak için çalışmaz. Çok tuhaf bir cümle kurduğumun farkındayım. Ama bugün mesela gençlerle ilgili yapılan çalışmalarda son 30 yılda sizce değerli olan nedir? Sorusunu her geçen gün kariyer, meslek, çok kazanmak, itibarlı bir meslek sahibi olmak diye cevap veriyorlar. Yani kaygıma aslında temel teşkil eden de tam burası. Çünkü bir 30 sene önce bunu sorduğunuzda değer dediğimiz şeyler daha soyuttu. Mesela sorumluluktu değerlerden bir tanesi çalışkanlıktı. Toplum adına toplum yararına iş yapmaktı. Sosyal sorumluluğu ifade eden cümleler kuruyordu gençler. Ama şimdi baktığınızda herkes en kısa yoldan köşeyi dönmenin peşinde en çok para kazanan işe biran önce emek vermeden, çalışmadan mümkünse zıplayarak hemen oraya oturup ondan sonra bütün dünya kendi etrafında dönsün. Herkes onlara hizmet etsin. Dünyanın kralı kendisi olsun ama herkes ona kölelik etsin gibi böyle bir aslında yanılsama içerisindeyiz. Bu da işte kültürün bir sonraki nesle aktarılmasında yaşadığımız zorlukların en başında geliyor.” (Cengiz Muhziroğlu)